17 Haziran 2012 Pazar

ZEYTİNYAĞLI YİYEMEM AMAN

Bursa yöresine ait bu türkü 2 Kasım 1954 tarihinde İhsan Kaplayan' dan kaynak gösterilerek Muzaffer Sarısözen tarafından derlenmiştir (THM Repertuar numarası 1133).

Marshall Planı 2. Dünya Savaşı sonrasında 1947 yılında önerilen ve 1948-1951 yılları arasında yürürlüğe konan ABD kaynaklı bir ekonomik yardım paketidir.

Aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 16 ülke, bu plan uyarınca  ABD'den ekonomik kalkınma yardımı almıştır (wikipedia).

ABD geçmişten beri dünyanın en büyük mısır üretici ülkesidir.  ABD birikmiş olan mısır dağlarını eritmenin bir yolu olarak mısırözü yağı ihracaatını keşfetmiştir.

Marshal yardımının koşullarından biri Türkiye'nin ABD’den mısırözü yağı almasıdır
(Yeni Sömürgecilik Açısından Gıda Emperyalizmi, Osman Nuri Koçtürk, Toplum Yayınları, 1966.)
Buna koşut olarak Türkiye’de ilk margarin fabrikası kurulur.
Yine aynı dönemde yüz binlerce zeytin ağacı sökülerek bir katliam yapılır. Kalan zeytin ağaçlarından elde edilen zeytinyağının büyük bölümü ABD tarafından Dolar karşılığı alınır ve mısırözü yağı TL karşılığı satılır.  Türk insanı zeytinyağından soğutularak mısırözü yağına ve margarine alıştırılır. Bu amaçla zeytinyağı ısınırsa kanser yapar gibi yalanlar uydurmaktan da geri kalınmaz.
Hâlbuki zeytinyağı halk ağzındaki deyişiyle dumanlaşma derecesi en yüksek (en zor yanan) sıvı yağlardan biridir.
Bununla da kalınmaz, kötülemek için tıpkı bugün yapılan halkla ilişkiler endüstrisi çalışmaları gibi “Zeytinyağlı yiyemem aman, basmadan fistan giyemem aman...” diye türkü sipariş edilir ve ülkenin en popüler türküsü yapılır.

Katı yağ/margarine mahkûm edilen halk, 20-30 yılda bir kaşık yağa bile muhtaç hâle getirilir.
Basma giyen kadınlar, plastik giysilerle tanıştırılır…

Prof. Dr. Kenan Demirkol
(Alıntı : Ayten Mutlu)

ZEYTİN ADAMI ANARKEN

Hamdi Topçuoğlu

İki yıldır, bugünlerde dilime en çok Hasan Hüseyin Korkmazgil'in, “Haziranda ölmek zor!” dizesi dolanıyor.
Bu bir sayıklama, iç ses, umarsızlık yası…
Aslında ölüme yakışan ne gün, ne ay, ne mevsim var. Her güne yeni umutlarla uyanmamız bundan. Kim, işte bu an, ölüme en yakışan an, diy...erek ayrılabilir bu dünyadan?
Yunus'un,
“Bu dünyada bir nesneye
Yanar içim göynür özüm
Yiğit iken ölenlere
Gök ekini biçmiş gibi…”
dizelerinde dile getirdiği genç ölümlerinin acısını elbette yadsıyamam. Çünkü onu da yaşadım. Ama “Her ölüm erken ölümdür” sözü de bir gerçek.
Babamı 2 yıl önce 12 Haziran günü ebedi yolculuğuna uğurlamıştık. 90'ındaydı, mutluluk ve huzur fotoğraflarının çok olduğu bir hayat albümü olmuştu. İyi de, o benim babamdı. Hangi evlada yetmişti ki bu ömür, bu sevgi?
O gün, onu doğduğum odada zeytin dalları serpiştirilmiş çarşaflar altında ebedi uykusuna dalmış görünce “zeytin yaprağında, ay ışığı dondu” demiştim. Çok çok eskilere gidivermişti belleğim:
"Baba bu ne?"
"Delice…"
Bir dağ yamacındayız. Hava ayaz. Kazmayı delice köklerine vurdukça 'Hıhh!' diye bir ses çıkarıyor. Kazmayı daha güçlü sallamak için böyle bir ses çıkarmak gerek, diye düşünüyorum.
"Baba deliceleri ne yapacağız?"
Kazmayı bırakıyor. Başımı okşuyor. Anlıma kocaman bir öpücük konduruyor.
“Nasırlı eller çocukları daha içten okşar, ter kokulu babalar, daha bir sevgiyle öper oğullarını” değil mi?
"Bu deliceleri götürüp tarlamıza dikeceğiz. Sonra onları aşılayacağım. Akıllı olacaklar."

Hava ayaz yine. Tarlanın sağında solundaki su birikintileri buzlu cam. Toprak betondan sert. Açtığı çukurlara deliceleri tek tek yerleştirirken “hıhh”lamıyor. Bir heykeltıraş gibi diktiği ağaçların karşısına geçip, ışığı gölgeyi, güneyi kuzeyi değerlendiriyor.
"Bu ağaç var ya bu ağaç, ölmez… İnsan ölümsüzlüğü istiyorsa, birincisi, iyi evlât yetiştirmeli, ikincisi zeytin dikmeli."
Çocuk aklım ikincisini almıyor. O bunun farkında. Hemen devam ediyor:
"Zeytin, cennet meyvesidir. Hazreti Adem ölünce, oğlu Şit, cennet bahçesinden aldığı üç tohumu babasının ağzına koymuş ve onu öyle gömmüş. Zamanla bu üç tohum yeşermiş zeytin, çam (sedir) ve servi ağaçları olmuş."
Havalar ısınırken her biri delicesine filizleniyor fidanların. O, her sabah tek tek selâmlıyor onları. Yazla kuyulardan, derelerden kova kova sular taşıyoruz birlikte. Can suyu veriyoruz.
Sevgiyle büyütüyor, hem fidanlarını hem bizi.
Bu göz aşısıdır, bu da kalem aşısı derken meyveye duruyor ağaçlar. Yeşil taneler şiir: “Sıksan ağustosta yağı çıkar.” Önce sepetler dolusu, sonra küfeler, derken avlular dolusu zeytin, küpler dolusu zeytinyağı…
"Artık sizi daha iyi okullarda okutabilirim." diyor.
Biz oğullar geleceğe, artık daha bir güvenle bakıyoruz. Bağsa bağ, bahçeyse bahçe… Nuh'un güvercinin, ağzında zeytin dalıyla dönmesinin gerekçesini iyi biliyoruz, Olimpiyat kahramanlarının, zeytin dalından taçlarla onurlandırıldığını, hatta Antik Yunan'da yedi bilgeden biri kabul edilen Solon'un Kanunları arasında zeytin ağacı kesenlere ağır cezalar uygulandığını da öğrenmiştik.
Yaşı, 60'a dayanmıştı. Bir gün devlet, ona: “Zeytinliklerini istimlâk ettim.” deyivermişti.
Kaşla göz arasında tel örgülerle çevirdikleri zeytinlerini sevip konuşmak istediğinde; “Yasak hemşerim, devlet malıdır.” deyip bahçesine girmesine bile izin vermemişlerdi.
O ki “kuşun kurdun da hakkı var der, her hasat mevsiminde dalda meyve, tarlada başak bıraktırırdı.” Oysa ona göz hakkı bile bırakmamıştı bu devlet.
Bu, ne yaman bir fırtınaydı?
Emek emek yetiştirdiği ağaçları bir bir devriliyor, yerlerine kömür rayları döşeniyordu.
Bu ne yaman bir yangındı?
“Zeytin ağacının yanışı, başka ağaçlara hiç benzemez. Mübarek sanki için için ağlar. Sonra ikiye yarılır. Tıpkı bir yürek gibi” derdi. Kendini anlattığını, nasıl da anlamamışız.
Gücün yoktu eskisi gibi: ama sen zeytine inanıyordu. Emeğin ve üretmenin düşmanlarına inat, ölmez ağaçla ölümsüzlüğe ulaşmaya kararlıydı. Bu yüzden, yeni kıraçları bitek yapmaya harcadı kalan ömrünü. Ayakları tutmaz olsa da ellerini ayak yaptı. Yeni deliceleri zeytin yaptı. Bize emeğe, hakka saygıyı öğrettiği gibi zeytinlerine de termik santralin zehrine direnmeyi öğretti.
O giderken Yunus gibi;
“Geldi geçti ömrüm benim
Şol yel esip geçmiş gibi
Hele bana şöyle geldi
Şol göz yumup açmış gibi”
demedik.
Hoşgörünün ve barışın bilgesidir deyip seni başı zeytin dallı tabutla taşıdık.
Cennet meyvesinden ayrı düşmesin deyip toprağına zeytin çekirdeği diktik.
***
Canım babam, "Sen, zeytin ki ölmez ağaçtır, dedin ve zeytine inandın. Ellerinle diktiğin bu zeytinler yaşadıkça sen de yaşayacaksın."
Bizim bu cennet yurt köşesini kıskançlıkla korumaya çalışmamız bundan.
Babalar günün kutlu olsun.
T Ayhan Cıkın ile birlikte.

Hamdi Topçuoğlu