13 Aralık 2011 Salı

ZEYTİN GÜNCESİ

Hamdi Topçu

Onu, ilk kez Küçükkuyu’daki zeytinyağı müzesinin satış bölümünde görmüştüm. Geçen yüzyılın “Çekiyorum, çeektim!” diyen kasaba fotoğrafçısına poz verir gibiydi. Siyah gür saçlarına kırmızı gül sokunmuş , gonca ağızlı bir genç kadın: Refika Hanım. Resmi “Adatepe, Hakiki Sızma Zeytinyağı” yazısıyla çevreleyip gülabdanı andıran zeytinyağı şişesinin üstünde yapıştırmışlar

Onun daha önce ne hikayesini duymuştum, ne de böyle bir Zeytinyağı markasından haberim vardı. Kimdi Refika Hanım?

İlk anda, o markanın sahibi ya da o ailenin saygın bir bireyi diye düşünmüştüm. Oysa Refika Hanım, Hanım, geçen yüzyıldan bu yana yörede farklı biçimlerde anlatılan hikâyelerin kahramanıymış. Hatta pek bilinmeyen bir türküsü de varmış:
Dere kunduzu musun
Aman da Refika’m
Seher yıldızı mısın
Çok bekledim gelmedin.
Fidan da boylu Refikam
Miralay kızı mısın...

Ticaretten, para kazanmaktan hiç anlamasam da marka yaratmanın, pazarlanmadaki işlevini bilenlerdenim. Satılacak malın kalitesi kadar, adını akıllara kazıyacak bir hikâyesi de olmalı.
O gezide zeytin üreticisi olsam da Refika Hanım yağlarından tadımlık aldım. Aradan geçen zaman içinde de Refika Hanım’ı unutmadım.

Bu pazar günü Milaslı Osman Menteşe’nin Ağaçlıhöyük’teki zeytin işletmelerine davetliydik.

Osman Bey’in, zeytin yetiştiriciliğini ve zeytinyağı üretimini yöremizdeki binlerce zeytinciden çok daha farklı yaptığını, hatta onun “Menteşe Som” ve “Menteşe Olio Mylasa” markaları yanında Milaslıların Madam Murat olarak tanıdığı Fransız asıllı nineleri Suzanne Dugeny anısına “Suzan Nine-Grand Maman Suzanne” markasını dünya piyasalarına sürdüğünü de biliyordum.

Gezimiz, zeytinlikten başladı. Onun ağaçları da yöremizde çok yaygın üretilen memecik türüydü. Ağaçların tepe budamaları çok sertti. Ağaçlar, bu budamadan olsa gerek, zaman içinde adeta salkım söğüt görünümü kazanmışlar.Osman Bey, bu budamanın yararını, “Bu sayede daha etkili ilaçlama ve daha kolay hasat yapabiliyorum.” diye açıklıyor.

O, sırıkla zeytin silkmeye şiddetle karşı. “Sırıkla zeytin silkilirken gördüğümde kendimi dayak yiyormuş gibi hissediyorum.” diyerek açıklıyor tepkisini. O, hasadını silkme makinesiyle (ben ona titrektırmık diyorum.) yapıyor. Titrektırmık,“Zeytin bir yıl ürün verir bir yıl vermez!” masalını çöpe atacak bir makine. Çünkü filizleri kırmıyor. Hatta dallar arasındaki kuru filizleri de temizlediği için verimin artmasını sağlıyor. Titrektırmıkla düşürülen zeytinler, ağaçlar altına serilen örtüler sayesinde toprakla temas etmeden kasalara dolduruluyor ve derhal sıkıma gidiyor. Ona göre zeytin fabrikaya ne denli çabuk giderse o kadar iyi.

Daha önce hep devasa yağhaneler gördüğüm için Osman Bey’in yağhanesinde ilk önce şaşırdım. Neredeyse 20 metrekarelik bir oda. Odada birkaç makine ve üç tane yağ tankı. İçerde tek görevli var. Her taraf pırıl pırıl; de ki ameliyathane. Dışarıda sınıflama makinesinde çerden çöpten iyice ayıklanan zeytinler, o küçücük odada yağ olup özel tanklara doluyor. Sıkımın hiçbir aşamasında üretime el değmiyor.

Yağhanede bir oda daha var; sanki laboratuar. Sıkılan yağların asit derecesi, aroması burada kontrol ediliyor. Tanklarda en az bir ay dinlendirilen yağlar, yine aynı titizlikle doldurularak ABD’ye dek birçok ülkede pazarlanıyor. Onun geçen yıldan bir kilo bile satılık yağının kalmaması bu titiz çalışmanın ve markalaşmanın doğal sonucu.

Bir ara sıkılan yağların karasuyu ve pirinası nerede diye merak ediyor; kimselere haber vermeden binanın çevresini dolaşıyorum. Osman Bey, oldukça derin ve geniş bir çukur kazdırmış. İçini de naylonla kaplatmış. Pirina da karasu da buraya doluyor. Aktığı yerde ot bitirmeyen karasuyun bu şekilde kontrol altına alınması birçoklarına ayrıntı gibi görünebilir; ama bu tür ayrıntılar, “marka yaratma” heveslilerinin vazgeçilmezi olmalıdır.

Aralık ayı da neredeyse yarılandı. Yağhanenin geniş bahçesinde eylül günlerini aratmayan bir güneş altında otururken “Zeytin ve zeytinyağı fiyatlarının kaç yıldır artmıyor. Oysa ilaç, mazot ve işçilik ücretleri durmadan artıyor.”diye yakınan zeytincilerimizi düşünüyorum. Onların kaçı, kehribar yağlarıyla “Refika Hanım”, “Suzan Nine” gibi markalar yaratma bilgisine, görgüsüne, gücüne ve desteğine sahip? Oysa, devlet önayak olsa, destek verse; bir araya gelseler, kooperatifler kursalar  hem zeytincimizin hem zeytinciliğimizin yazgısı da değişmez mi?

Köy meydanına doğru yürürken sağlı sollu harabeye dönmüş evler arasından geçiyoruz.

Yabancı konuklardan biri,

“Bu köy çok yoksul olmalı.” diyor.

“Hayır, Ağaçlıhöyük varlıklı bir köydür. Okumuşu yazmışı da çoktur.” diyorum.
Daha çok şaşırıyor. Belli ki bu yarısı yıkılmış evleri, yola akan sığır pisliklerini, o pisliklerde eşinen tavukları okumuş yazmışlıkla ve varsıllıkla bağdaştıramıyor.

Bir yanda gelişmiş dünya standartlarında bir üretim, bir yanda geleneklerin, adamsendeciliklerin, çaresizliklerin ve yalnızlıkların pençesinde debelenen köylüler.

Otobüsümüz Milas- Bodrum yol sapağına yaklaşırken, gözüme bir eşeğe zeytin çuvalları, ötekine zeytin odunu sarmış köylüler ilişiyor. Adamın elinde uzun sırık, kadınların kollarında sepetler. Hepsi yorgun, hiçbiri kafasını kaldırıp yanından geçen otobüse bakmıyor. “Her şey çocukluğumdaki gibi.” diyorum. Aradan geçen yarım asır. Hasan Hüseyin Korkmazgil dolanıveriyor dilime:

Dostum dostum güzel dostum
Bu ne beter çizgidir bu
Bu ne çıldırtan denge
Yaprak döker bir yanımız
Bir yanımız bahar bahçe

İçimden “Osman Menteşeler çoğalmadıkça bu yazgının değişeceği yok.” diye geçiriyorum. Ama güzel bir günün mutluluğunu yaşayan dostların tadını kaçırmamak için onlara hiçbir şey hissettirmiyorum. Çünkü bu toprakların bilge duruşlu şairi Ayhan (Çıkın) ağabeyin “Zeytinci Hurşit’i sol böğrümden:

“iyi olmak dostum,
sabahları fırtınalar kopsa da dışarıda
kara kara bulutlar sarsa da dünyayı
içinde güneşle erkenden
uyanabilmektir dünyaya.”

diye sesleniyor.

Hamdi Topçu

11 Aralık 2011 Pazar

ZEYTİNCİ HURŞİT 4

ÇARIK
I

Hüsmen hassastı ayakkabı konusunda
çarıktan pabuca terfi yıllarını düşündü günlerce
- kadınların çarık bezi yıkamaktan
erkekler için çarık giyip çıkarma törenlerinden -
kurtuluşunu anımsadı
Koca Çınarın dibinde kahve içerken

Çarıkların giyip çıkarılması
bakımı da uzmanlık isterdi
akşam tarladan dönünce eve
kemik gibi olurdu sabaha
çıkarıldığı gibi kalırsa ayaktan
giyemezdin çarığı bir daha.

Kaz Dağının karlı günlerinde
en turuncu rengini denizle paylaşırken güneş
çarık gibi ortopedik değildi
yeni lastik pabuçlarda Hurşit’in ayakları
yapağı çorapla pek bahtiyardı.

Çarık çok önemlidir kıratlı yıllarda
her satiyandan olmazdı çarık
alınırken  çarıklık deri pazardan
bir çarık uzmanına danışılırdı
hazır deriden çarık çıkarmayı
ustalıktan saymazdı çarık ustaları
gidip çarıkçıya
bir çarık diktirirdiniz mi ayağınıza
ayaktan dize kadar çıkan ibrişimi
kenevirden dokunur
- urgancılar yapardı genellikle bu işi -


II

Farklı yapar her çarıkçı çarığını
erbapları bakınca anlarlar
çarığın hangi ustanın elinden çıktığını
kışta kıyamette, her türlü iklimde
rahatça giyilir Emin ustanın çarığı.

Peykeden sarkan ayaklarda
ayni malzemedendi pabuçlar - renkleri farklı-
kara lastikten yapılma “domuz pabuçları”
yanlarından lastik lastik üstüne yamalı

Yeni bir sektör türedi
eşeğiyle köy köy gezen
yamacılık yeni bir iş dalı oldu
lastik pabuçları tamir eden
bazıları nasırını dokunmasın diye
delik açtırırdı lastik pabucuna
sorunlu yerlerinden.

T. Ayhan ÇIKIN
İzmir, Şubat 2005