8 Ocak 2012 Pazar

HERKESİN PAZARI KENDİNE


“Pazar günleri kişi dinlenir. Daha doğrusu dinlenmek, eğlenmek için ayrılan bir gündür pazar. Ona sonradan cumartesi de eklendi, oldu iki gün. Kutsal kitaplara göre Tanrı altı gün çalışmış evreni yaratırken, bir gün de dinlenmiş. Ordan geliyor bu haftada bir gün dinlenme günü. İnsanlar az bulmuşlar bir günü, çıkarıvermişler ikiye.”

Oktay Akbal, böyle başlamış yıllar önce “Pazarı Duymak” başlıklı yazısına. Gerçekten herkesin pazarı böyle midir?

“Yılı On üç Ay Olan Köy” başlıklı bir yazı yazmıştım. “Hadi ya!” demişti kimi kentli dostlarım. Öyle ya onlar, bir önceki yılın tütünü damları terk etmeden yeni ürün için tohum çimlendirme çalışmalarının başladığını nerden bilsin? Onların gözünde köylü “Ağustos Böceği ile Karınca” öyküsündeki karıncadır. Yazın üç dört ay çalışır sekiz dokuz ay bunu keyifle yer. Filmlerden öyle görmüş, köy romanlarından öyle okumuşlardır köylüleri. Bu, başka yerler için doğru olabilir belki; ama bizim köylülerimiz için yanlıştır. Ege köylüsünün işi bitmez. Yıl yetmez ona. İş ovada bitse, dağlarda başlar. Belki de insanımız kafasını işten güçten kaldırmaya fırsat bulamadığı için ne tarikatlar kök salmıştır buralarda ne de ayağı yere basmayan siyasi fikirler.

Bazı sözcükler, bazı yörelerin ruhunu daha iyi yansıtır. “Verimlilik”, “bolluk” ve “refah” sözcükleri de Ege’nin ruhu gibidirler. Bölgede birçok ilçenin kendisini tanıtırken “Dağlarından yağ, ovalarından bal akar.” diye övmesi boşuna değildir. Doğa burada doğurgandır; ancak bu doğurganlık Egelinin emeğiyle, alın teriyle anlamlanır.

Geçen pazar Bodrum Yarımadası’nda şaşırtan bir bahar güzelliği vardı. Bağlar bahçeler yeşilini giyinmiş.Ama sindire sindire yaşanması gereken güzellikleri, göz alımı bile yaşayamadık. Gün çabuk döndü. Düştük İzmir yoluna. Neredeyse gözümüzün gördüğü her zeytinlikte insanlar var. Sırıkçılar uzun sırıkları dallar arasında gezdirirken, bedenleri virgül olmuş toplayıcılar taneleri topluyor.
“Soframda iki kara zeytin
Biri benim dağlarımdan
Öteki karşı yakadan
Ayırt edemez kimse
Hangisi benim,
Hangisi Apostol’un.”
Zeytin barışın simgesi. Olimpiyat şampiyonlarını taçlandıran, Hazreti Nuh’a tufanın yıkıcılığına karşı yaşamın direncini anlatan, bin yıllarca kandillerde yanıp karanlıkları aydınlatan, sağlıklı yaşamın ilk meyvesi o.
Gümüşi dantellerle örülü yamaçlardan geçerek Bafa’ya uzanıyoruz. Traktörler zeytin taşıyor yağhanelere. Köy, prina kokuyor. Arabanın penceresini açıyorum, daha da dolsun ciğerlerime diye.

Bu yörenin ünlü bilginlerindendir Thales. Onu okullarda hep adıyla anılan bağıntı nedeniyle öğretiriz. Onun için söylenen felsefeyi tanrılardan insana indiren, yaşamın içine sokan adam değerlendirmesini pek bilmeyiz.

Yine böyle zeytin yıllarından biri olmalı. Thales, o yıl zeytinin çok olacağını anlamış ve Bafalılara gelin yağhaneleri sayısını arttıralım. Hep birlikte çok para kazanalım, demiş. Kimseler inanmamış ona. Sen Zeus musun ki böyle karar veriyorsun, demişler. Bakmış ki halkı uyaramayacak, Girit’ten Rodos’tan zeytin eziciler, yağcılar getirtmiş ve çok para kazanmış.

Şimdilerde de zeytincinin iyi para kazandığını söylemek olanaklı mı acaba? Keşke evet diyebilsek. Biliyoruz ki her şeyde olduğu gibi zeytinin “eder”ini de “değer”i belirlemiyor.

Akşam olmak üzere. Bafa Gölü, kıpırtısız. Binlerce kara meke üşütmeyen kışın tadını çıkarıyor. Bu gece dolunay var mı acaba? Selena, Beşparmak dağlarından Çoban Endmiyon’un koynuna süzülecek mi? Zeytin dağlarından salkım saçak zeytinciler süzülüp iniyor göl boyu uzayıp giden yola. Ne kara mekeleri, ne tirşe yeşille mavinin sarmaş dolaş olması umurlarında. Çoban Edmiyon’un kavalını duymadıklarına, Selena’nın en güzel ışıklarının Bafa gölüne düşürdüğünü bilmediklerine de bahse girerim. Kadınlı erkekli sarıp sarmalamışlar bedenlerini. Türbana peçeye inandıklarından değil. Traktör bekliyorlar. Kışın güneşine aldanmamaları gerektiğini iyi biliyorlar. Römorkta üşümek, zeytin dibinde üşümeye benzemez. Bu günlerde hastalanmak, işçiysen gündelikten olmak, mal sahibiysen ürünü dalda bırakmak demek.

Söke Ovası bitmeden kararıveriyor ortalık. Alışveriş merkezleri ışıklar içinde, önleri tıklım tıklım. Zeytinci, bedenini üşütmeyecek bir hırkayı kaç kilo zeytin karşılığı alabilirdi ki buralardan? Radyo kanallarının birinde bir sunucu, İstanbul’un bilmem ne sokağındaki kapkaçı haber olarak veriyor. Şu İstanbul’un ıvırını zıvırını bile ana haber olarak Anadolu’ya anlatan medyaya şaşıyorum. Bafa dağlarındaki zeytinciyi neden ilgilendirsin ki İstanbul’daki kapkaç, fuhuş, köprü trafiği?

Sahi bugün günlerden pazar mıydı? Tanrı dinlenmiş midir bugün? Sorular çok, yanıtlar daha çok. Herkesin pazarı kendine. İnsan haz alarak yaşayabildiği her anı kazanılmış bir zafer bilmeli.